Porto Sarabi

Monday 31 March 2008

Portekiz’in ikinci buyuk kenti, ticaretin merkezi, buram buram Ortaçag kokan, sarabi dunya çapinda un salmis Porto…
Yolda yururken karsiniza ne cikacagi belli olmayan, kucuk ama surprizlerle dolu, zengin tarihi, kulturu, havasi, insanlari ile çok farkli bir sehir. Daracik sokaklari, tas yollari, gri eski binalari ile gizemli bir havasi var.

Atlantik Okyanusu’na akan Douro Nehri’nin kuzeyinde bulunan sehir merkezinin kiyi kismi olan “Ribeira” Avrupa’nin diger sehirlerinde pek de karsiniza cikabilecek turden degil. Eski binalar, balkonlarda asili camasirlar, binalarin altindaki restaurantlar, barlar ve kafelerin olusturdugu manzaraya bir de yollardaki klasik Portekiz Taslari ve nehirdeki renkli yelkenli tekneler eklenince tum bir gunu geçirebileceginiz bir yerde buluyorsunuz kendinizi. En guzel balik deneyebileceginiz luks restaurantlardan tipik Portekiz Mutfagi’nin en guzel tabaklarini deneyebileceginiz, geleneksel restaurantlara kadar cesitli yerler cikabilir karsiniza. Avrupa’nin bir kaç ulkesini gordukten sonra diyebilirim ki Portekiz Mutfagi, Italyan ve Fransiz'dan sonra gelecebilecek, en zenginlerinden bir tanesi.

Merkezde civil civil insanlarla dolu ana caddede gezerken karsiniza bir çok restaurant, kafe, magazalar, alisveris merkezleri çikar. Aziz Francisco Kilisesi ve ozellikle çok onemli bir tarihi miras olan Borsa Sarayi en onemli gezilecek yerler arasinda. Sehri disardan gormek isterseniz, tavsiyem tekne turu yapmaniz. Biraz merkezin disina giderseniz sehrin daha modern alanlarini gorecek ve kiyi boyunca okyanusun durmak bilmeyen dalgalari ile gunesin size yakinligi dikkatinizi çekecektir.


Simdi Porto Sarabi’na gelelim. Porto’ya gidip de yogun sarap kokulari ve siyahlar içinde giyinmis rehber esliginde bir mahzen gezisinde, farkli cesitlerinin tadina bakip elleriniz paketlerle dolu olarak mahzenden cikmadan donmeniz pek mumkun olmaz. Porto Sarabi'nin ozelligi dunyanin her yerine ihrac ediliyor ve yillar boyunca uzumlerinin ozel olarak Porto ve yakinlarinda yetistiriliyor olmasi. Tatli tadina aldanmamak lazim çunku alkol orani normalden yuksek kisa surede çarpabilir. Genelde yemekten once giris olarak, istahinizi biraz daha açmak amaçli alinir. Mahzenlerin çogu nehrin diger yakasinda Vila Nova de Gaia isimli semtin kiyi kisminda sira sira konumlanmis durumdadir. Benim bir kaç kez gezmis oldugum ve tavsiye edebilecegim "Sandeman" isimli mahzen, hem en eskilerden hem de en iyilerdendir.

Sarap deyince bahsetmezsem ayip olur, yine bu yoreye yani kuzeye ait bir "Vinho Verde" (Yesil Sarap) var ki dillere destan. Aslinda adi yesil renginden degil size yaz aylarinda getirdigi ferahliktan geliyor, ozunde %40 kirmizi, %60 beyaz sarap olup, farki sarabi yaparken kullandiklari uzumun ham uzum ve tadinin biraz daha asitik olmasi. Ama sicak bir gunde buz gibi bir yesil sarap unutulmayacak bir oglen yemeginin en guzel dostu.

Kendilerini bildiklerinden beri Portolu ve Lizbonlu arasinda hep bir çekisme anlasamama olmustur. Portolular daha agresif, kuçuk bir konudan buyuk tartismalar çikarabilecek kadar kavgaci ama ozunde sempatiklerdir. Tum yatirimlarin baskent Lizbon’a yapilmasindan ve baskent halkinin burunlarinin havada olmasinda sikayetçidirler. Lizbonlu ise Portolu ile anlasabilmenin zor oldugundan ve onlarin çok konustuklarindan sikayetcidir.

Bana Porto mu Lizbon mu deseler, kuskusuz Lizbon’u seçerim. Simdiye kadar kaldigim her ulkede baskentlerde yasayarak, diger sehirlerde hep ziyaretçi olmayi tercih ettigim için olsa gerek ama Lizbon’un havasi bir baska diye dusunuyorum…

Muzik Kutusu

Sunday 30 March 2008


Dayanamadim yillarca arasam da mutlulugu,
Tutunamadim gunlerce seçmesem de ayriligi,
Simdi uzak anilarimin en sadik dostu,
Senden hatira su kuçuk muzik kutusu.

Suslemistim gelecegimi beklentilerinle,
Doluydu içim umitlerin, hayallerinle.
Farkliydi odama giren gunesin rengi,
Degisenleri hissettigim gunun sabahi.

Kabusum oldu beni bitiren son telefonun,
Bitmeyecegini biliyordum gittigin yolun.
Ayrildigimizin baslangiciydi bu gunun sonu,
Kulaklarimda hala çinlar sesinin tonu.

Ben degistim, sen degistin, eskimizden eser yok,
Arkadaslarim yanimda artik bana mutluluk çok.
Çikarsam da hayatimdan sana dair herseyi,
Durur masamda anilarimizin en sadik dostu,
Senden hatira su kuçuk muzik kutusu…


Derya Sahna

Bu ara biktiklarim...

Saturday 29 March 2008


Amerika’nin seçim kapmanyasi artik içimi baydi, Obama’nin kazanmasini gonlum istese de artik seçin de birini siz de biz de rahatlayalim, ne bitmez kampanyaymis bu …


Diyet ile ilgili çikan haberlerlerden yoruldum, hep ayni seyleri evire çevire anlatiyorlar, bu da yetmiyormus gibi yanlarina da hiç hayatlarinda diyet yapmamislarin fotograflarini koyuyorlar. Bir yandan da ne saglikli ne degil artik ezberledik ama oyle bir karistirdilar ki bir donem faydali olan bir donem bu islevini yitiriyor, artik yorulduk bunlardan.

Turk sinemasi sanatçilarinin opusme, sevisme sahnelerine nasil curet edebildikleri tartismasinin hep kadin sanatçilarla yapilmasindan, erkeklegin namusunun elinin kiri oldugunu dusunenlerden biktim.

Unlulerin genç-yasli, makyajli-makyajsiz, estetik oncesi-sonrasi halleri karsilastirmasindan biktim. Mankenlerin saçma sapan açiklamalarinin, unlulerin tartismalarinin haber olmasindan da ayni olçude yoruldum.

Sayilamayacak kadar her geçen gun artan yarisma programlarinda unlulerin kedi kopek gibi kavga etmesinin rating yapasina inanamiyorum. Bu yarismalarin hepsi yurtdisindan geliyor, ayni versiyonlari bir çok ulkede var hiç birinde juri bizdeki kadar birbirini yemiyor. Bizde televizyonu açiyorsun, her yerde bir tartisma, bir bagirisma var, ne çok savasçi bir toplum oldugumuzu unutmusum meger.

Yine unlulerin paparazileri artik nerde ne yaptiklarindan çok neresini nasil frikik vermis ona bakiyor, bu da saçma sapan bir magazin dunyasinin, saçma sonuçlari. Bunlara rating verenleri de suçlamak lazim. Turk gazetelerinin bir kisminin on ve arka sayfalarinda , yari çiplak fotograflari gormekten biktim ve utaniyorum.

Unlu demisken laf etmeden geçemeyecegim, Paris Hilton’in gazatelerin ana sayfalarinda yaptigi her haltin kare kare izlendigi haberlerinin oldukça abartili olmasi Amerika’da alay konusu bile olmus. Bikmaniz için bu kadari da mi yetmiyor ???

Simdilik aklima gelenler…

27 Dresses - Film

Friday 28 March 2008


Evliligin çeliskileri, dugun kiyafetleri, gerçek ask, kirik kalpler ... ozellikleri kadinlarin ilgisini çekebilecek ne ararsaniz var bu filmde.

Guzel, zeki ve eglenceli olan Jane (Katherine Heigl), iddiali, simarik, tek derdi erkeklerin kredi kartlari ve eglence olan kiz kardesi Tess (Malin Akerman)’in golgesinde hisseder kendini. Her zaman tum arkadaslarinin evlilik organizasyonunu yapan ama bir turlu kendisi evlenemeyen Jane'nin, kiz kardesinin dugunu için ayni seyi yapmasi gerektiginde dunyasi kararir. Çunku Tess, hayatinin tek aski olan patronu George (Edward Burns)’u kendisinden çalmis ve evlenmeye kandirmistir.

Gardrobu 27 arkadasinin dugununde giydigi 27 ayri elbise ile dolu olan Jane, duzenledigi evliliklerden birinde gazeteci Kevin Doyle (James Marsden) ile karsilasir. Dugunlerle ilgili yazi yazan Kevin için Jane bulunmaz bir hint kumasidir dolayisi ile onun guvenine kazanmasi hikayeleri eksiksiz ogrenmesi ve haliyle yalan soylemesi gerekir. Olaylar gelisir, Jane bir yandan kardesinin evliligini istemeden bozarken bir yandan da gazetecinin yalanlarina inanir, birbirlerinden etkilenirler, derken yalanlar ortaya çikar, Kevin’in Jane’in kalbini yeniden kazanmasi gerekir gibi tamamen beklendik klasik olaylar zinciri.

Ama izlemesi zevkli, bu tarz eglenceli filmleri izlemegi sevenler, dugunlere merakli olanlar Katherine Heigl’i sevenler için ideal bir Pazar sinemasi…

Tutamadim


Çocuklugumda oynadigim oyunlari,
Kardesimle ayni olan kirazli elbisemi,
Siniftaki tahtanin tozlu yesilini,
Tutamadim, uçtular elimden.

Komusunun evinin gizemli kokusunu,
Mahalleye yeni gelen arkadasin heyecanini,
Ip atladigim bahçenin taslarini,
Tutamadim, uçtular elimden.

Odamda yalniz geçen saatlerimi,
En dogrusunu benim bildigim yillari,
Kimseyle paylasamadigim içimdekileri,
Tutamadim, uçtular elimden.

Sevdiklerimle geçen guzel anlari,
Çevremdeki tanidiklari, arkadaslari,
Beni bekleyen yeni maceralari,
Tutamadim, bir tek anilari kaldi elimde…


Derya Sahna

Kadinin soylemeye korktugu taciz

Thursday 27 March 2008


Bugun “Irish Examiner” gazetesinde çikan haberi okurken gozlerime inanamadim, sadece bizde olabilecegini sandigim bir haberle karsi karsiyaydim. Ulke genelinde yapilan bir arastirmaya gore Irlandalilar'in 25%’i, tacize ugrayan kadinlarin bazi yollarla suçlu olabilecegine inaniyor. Tabi bu oranin Turkiye'de yapilan bir arastirmada daha yuksek çikacagi kuskusuz.

Arastirmanin yapildigi grubun yaklasik %33’u kurban yani kadin, flirt ettigi adama net bir sekilde hayir diyemediyse, %10’u kadinin birden fazla cinsel partneri varsa, 1/3’u kadin eger kiskirtici kiyafetler giyiyorsa, 1/4’u eger kadin yurumemesi gereken bir alanda yurumusse, %25’i eger kadin gereginden fazla içki içmisse kendisinin tacize ugramada sorumlu ve hatta suçlu olabilecegine inaniyor.

Rakamlari gorunce çok sasirdim, bir kez daha kendime “Yuzyillarin sonunda nasil bu noktalara gelebildi sosyal hayatimiz?” diye sormadan geçemedim. Eger herkes bu sekilde dusunuyor olsaydi sonuç su olurdu; "Erkekler potansiyel tacizcidir, aman yanlis yapma yanarsin!”. Gençligimin en guzel hayallerine kara izler vuran tartismalar, soylenenler geldi hemen aklima. "Kadin kasindigi için tacize ugramistir, kadin kiskirtmazsa erkek birsey yapmaz, kadin istemezse hiç birsey olmaz, kot pantalonlu olan bir kadina bir erkek tecavuz edemez" gibi akla sigmayacak yorumlar…

Ulkeden ulkeye belki biraz dozaji degisiyordur ama genel olarak çogu yerde karsilasilan bu onyargi oyle bir boyuta gelmis ki, kadin tacize ugrasa bile bunu soyleyemez, toplumun ona bakis açisinda korkar olmus. Kadinin ozgurlugune ne demeli, istedigi yerde dolasamaz istedigini giyemezse nasil ozgur olabilir? Kadinin biraz açik giyinmesi, ya da girmemesi gereken bir sokaga girmesi erkege ona tacizde bulunma hakki mi veriyor?

Çocuklugumuzdan beri o kadar çok içimize islemis ve hayatimizin bir parçasi olmus ki erkeklerin etrafimizda olusturabilecegi olasi tehlike, gunluk hayatimizi, yol guzergahlarimizi, sozlerimizi, tavirlarimizi buna gore yonlendirir olmusuz. Butun bunlar yetmiyormus gibi, olur da bir taciz vakasi ile karsilasirsak magdur oldugumuz halde, suçlu durumuna bile dusme tehlikesi ile karsi karsiyayiz. Yani erkegin kendine hakim olamamasi bile kadinin suçu oluyor.

Yasadiginiz bir tacizi paylasmak isterseniz onunuze serilecek olasi sorular sunlar olabilir; "Neredeydin, neden gittin oraya, saat kaçti, uzerinde ne vardi, ne tarafa bakiyordun?” ki acaba sizin bu durumda suç oraniniz ne olabilir bilsinler. Olur da hepsine beklenen dogru cevaplari verirseniz hemen size "Allah allah yanlis da birsey yapmamissin, hiç suçun yok yani neden basina geldi ki?" diyebilirler. Inanilacak gibi degil ama maalesef yasadigimiz gerçekler...

Kuçuk bir kiz çocugu ya da genç bir kizken otobuste tacize ugramayan, yolda soylenen laflari içinde biriktirmeyen, neden ben kadinim, neden boyle diye kendine birçok kez sormak zorunda kalmayan bir Turk kadini olduguna inanmiyorum, maalesef herkesin basindan geçmistir bu olaylar. Dinine, aile baglarina, namusuna duskun toplumumuz neredeydi o zamanlar?

Uyanin lutfen, taciz bir suçtur, kadin nasil olursa olsun ne yaparsa yapsin erkek tarafindan zorlanip, istemedigi bir seyi yapmaya zorlanirsa bu bir suçtur, azi çogu, dogrusu yanlisi yok bunun bu bir suçtur!

Kadinin yasadigi tacizin, tecavuzun sorumlusunun kendi tavirlari olarak gosterilmesi çarpikliklarla, adaletsizliklerle, esitsizliklerle dolu yasadigimiz doneme yakisir bir durum. Bu sekilde dusunenleri kafalarini yorup bir kez daha dusunmeye, kadinlari da suçlunun cezasini çekebilmesi, toplumdan dislananin kadin degil o olmasi için baslarina gelen taciz olaylarini korkmadan aciklamaya davet ediyorum.
Kadin hiçbir sekilde erkegin kendisine hakim olamamasindan sorumlu tutulmamalidir...

Hiç Dusundun mu?

Wednesday 26 March 2008

Hiç dusundun mu simdiye kadar,
Bugune sigmayan anlarini bekleyen,
Hep bir yarin vardir emin oldugun,
Uykuya dalmadan once seni dusunduren,
Hep bir umit vardir hayallerle susledigin.

Ya yarin olmazsa, gunes dogmazsa,
Hayretler içinde anlamaya calisirken,
Farketsen ki yapayalniz kimsesizsin,
Ne gokyuzunun mavisi, ne de bir kus sesi.

Hep bekledigin, zayifligini gizledigin,
Yarin, artik eskisi gibi yakin olmazsa.

Saskinligini paylasmak isterken
Etrafinda konusacak kimse olmazsa.
Hayallerini aramaya calisirken,
Yitirmenin çaresizligini hissetsen...

Hiç dusundun mu... nasil olurdu?


Derya Sahna

Seninleyim

Tuesday 25 March 2008

Uyandiginda hatirlayamadigin bir ruyan,
Kulaginda ne oldugunu bilmedigin bir muzik,
Aklinda geri donup bakmak istedigin bir an,
Ben hep seninleyim, sen farketmesen de.

Çevrendeki hersey yabanci geldiginde,
Kimseyle konusmak istemediginde,
Dusuncelerin seni yadirgadiginda,
Ben hep seninleyim, sen farketmesen de.

Geçen yillarin hizina ayak uyduramadiginda,
Albumdeki resimleri hatirlamaya çalistiginda,
Içini kimseye açmaya cesaret edemediginde
Ben hep seninleyim, sen farketmesen de.

Sessizligin içinde sana haykiran,
Yalnizliginin gizli sahidiyim diyen,
Uzakligin ne oldugunu bilmeyen,
Ben hep seninleyim, sen farketmesen de.


Derya Sahna

Istedigim

Çok sey degil aslinda istedigim
Gulen gozleri ile sicak bir bakisi,
Ozlem dolu sakin bir dokunusu,
Istedigim gecemde bir muzik sesi.


Kuçuk bir çocugun neseli gozleri,
Bir annenin sevkat dolu gulusu,
Uzaktan bir arkadasin surpriz gelisi
Istedigim tek sevdiklerimin yakinligi.

Yagmurun islattigi topragin kokusu,
Bakmaya doyamadigim gokyuzunun mavisi,
Hissettigim ruzgarin yapraktaki hisirtisi.
Istedigim eve giren gunesin bitmeyen isiltisi.

Basariya ulastigim huzurlu bir an,

Bilginin getirdigi tatli bir guven.
Doktugum terin ardindan rahatlayis,
Istedigim uzun gunun sonunda ilik bir dus.

Yurudugum yolu paylastigim,
Içimdeki beni anlattigim,
Masamda oturan arkadaslar
Istedigim belki de yasamin guzel yuzu.



Derya Sahna

Yeni Bir Nefes

Monday 24 March 2008

Yeni bir nefes gelir dunyana
Etrafinda degisir hersey bir anda.
Gecen gunduzun karisir birbirine
Kaçisin yok girdin sen de bu yola.

Yillar gecer sen farketmeden,
Kahramani olursun bu kuçuk yuregin.
Yaptigin hersey gozlenir sen bilmeden,
Ruyasi olursun onu bekleyen gelecegin.

Zamanla degisir bazi seyler istemeden
Bakan kuçuk gozleri buyumustur artik.
Begenmez agzindan çikan tek bir kelimeyi
Gormez olur gozleri yaptigin hiçbirseyi.

Bilirsin beklemeyi, umudunu yitirmeden,
Sasarsin gorunce degistigini seni beklemeden.
Kendi kendine yettigine inanir ama
Yolunda vardir senin sozune de yer.

Uzaklik girmistir araya bir sure
Sensizligin acisini hisseder derinden
Geçmisin yanlislari isler içine
Seninle olmaktir istedigi yeniden.

Açarsin kapilarini hiç dusunmeden
Kabul edersin ne diyecegini bilemeden.
Senin için affin en kolayi budur.
Tek istedigin onun mutlulugudur.

Pahasi, dogrusu, yanlisi yoktur bu sevginin
Duygularin en guclusudur senin hissettigin.



Derya Sahna

The Orphanage (El Orfanato) - Film


“The Orphanage” (El Orfanato)

Çok uzun zamandir bu kadar iyi bir gerilim filmi izlememistim. Gerilim filmi yapmak için illa ki kan ve yaratiklarla dolu sahnelerin olmasi gerekmedigini gosteren bu filmin Ispanyol yapimi olmasi ve Ispanya’da geçmesi gizemini daha da arttiriyor sanki.

Yetimhanenin bahçesinde oynayan çoçuklarin sahnesi ile baslayan film, çocuklardan biri olan Laura (Belen Rueda)’nin evlat edinilmesi ve yetimhane'den ayrilmasi ile devam eder. Yillar sonra Laura yetimhaneye geri doner fakat bu kez esi (Cayo) ve oglu Simon (Princep) ile birlikte, evi onarip, ozurlu çocuklarin kalabilecegi bir eve donusturmek amaciyla.

Kisa bir sure sonra Simon hayali arkadaslari ile konusumaya baslar ve evde yalniz olmadiklarini anlar. Evde Laura’nin da anlam vermedigi olaylarin gelismeye baslar. Sosyal guvenlikten yasli bir kadin eve garip bir ziyaret yapar ve ardindan evin açilis gununde Simon ortadan kaybolur. Polisin hiç bir iz bulamamasi uzerine Laura bir mediumdan yardim alarak oglunu yilmadan aramaya devam ederken kendini esrarengiz olaylarin içinde bulur.

Suprizler ve gerilim sahneleri ile dolu olan filmin seslendirmesine ve Belen Rueda basarili oyunculuguna da tesekkur etmek gerekli. Izlenmenizi ciddi anlamda tavsiye ederim.

Hayatin Tadi

Sunday 23 March 2008

Kuçuk yasinda kardesinin yaninda,
Annesi gibi her isinin basinda,
Tum ilk anlarinin sahidi,
Kalbinde en guzel yerin sahibi.

Çevresi onu bekleyenle dolu,
Kocaman yureginde çok yer var.
Seçen o olmazsa da zoru,
Yuzunde cesaretin izleri var.

Kiyamaz kimseye hayir demeye
Zamani olmazsa da herseye.
Bir lafinda bin renk , bakisinda sevkat,
Gulusunde huzur var.


Sevdigi duzene kaptirmis kendini,
Belli ki yakalamis hayatin tadini...



Derya Sahna

Yolumu Bulurum

Neden bu bakan yuzler ?
Seninleyim deyip sirtini donenler
Yuzume bakarken içinden gulenler
Uzulmeyin ben yolumu bulurum.

Nereden geliyor bu sesler ?
Kulagima hos gelip, içimi yiyenler
Hep birden ayni seyi soyleyenler
Uzulmeyin ben yolumu bulurum.

Bakmayin yasimin kucuklugune,
Yuregimin yalnizligina, sessimin cilizligina.
Biliyorum gidecegim yonu, goruyorum ileriyi
Merak etmesin beni kimse... Ben yolumu bulurum.



Derya Sahna

Neden erkekler duygularini disa vuramazlar ?

Saturday 22 March 2008


Bir çok kez erkeklerle iliskilerimizde biz kadinlarin karsilastigi bir durum, erkeklerin duygularini gizlemeye calismalari. Genetik farklari bir yana birakip bu konu uzerinde biraz dusunursek bakin neler çikiyor kalemimizden…

Erkege sorarsin, “Eee nasil geçti, gunun?” Cevap çok kisa ve nettir “Fazla bir sey olmadi, is iste hep ayni, bir tek yeni bir musteriye gittim bugun o kadar.”Kadina sorarsin ayni soruyu, cevap oldukça açiklayicidir “Sabah otobusu kaçirdim, neyseki sefim de geç kaldi, tam kahve içmeye gidiyordum bir baktim ki Asli da orda, lafladik, senden bahsettik. Sonra oglen yemegi için ne yiyecegime karar veremedim, neyse ki buldum gidecek bir yer. Annem aradi seni sordu, belki geleceklermis bize yemege…” seklinde uzar uzar da konu.

Sizin için çok onemli bir konuyu anlatirsiniz, belki de ikiniz için çok onemli bu konu, gelecek tepki en fazla ya kafa sallamak olur, ya da bir sessizlik. “Eee ne diyorsun?” derseniz, “Dusunuyorum soylediklerini… ” deyip kapatirlar konuyu. Ama tutup da bir kiz arkadasiniza anlatirsaniz bi konuyu, hemen size “Yapma yahu, demek bu kadar da olabiliryormus, ciddi misin ?” gibi beklediginiz tepkiyi verecektir.

Hiç dusundunuz mu neden televizyonda son yillarda cok populer olan, sarkisindan dansina, bbg evinden bilmem ne evine kadar, abuk sabuk tum yarismalarda kazananlarin cogunlugu erkekler. Neden? Çunku yarismalar, genelde halkin oyu ile seçiyor biriciyi, biraz tipi duzgun bir erkek varsa, kizlar delirip hemen buna oy veriyorlar. Erkekler begenseler bile birini, duygularini belli edemeyecek kadar mesguldurler. Neden daha çok erkek pop starlar yukseliyor ve daha çok satiyorlar? Sagolsun yine kizlarimiz konserlerinde delirip, bayilarak tum duygularini gozler onune sermekten hiç çekinmiyorlar, ne pahasina olursa olsun, bunlarin yukselmesi icin ellerinden geleni yapiyorlar.

Yolda yururken, iki kiz gorursunuz, kol kola, etraflarini hiç onemsemeden konusup gulerek geçer giderler yaninizdan. Hiç bu sekilde iki erkek gordunuz mu, gorurseniz hemen “Acaba bunlar sey mi?” sorusunu sorarsiniz kendinize. Kizlar selamlastiklarinda sapir supur opusurken, erkekler el sikmada bile zorlanirlar ve hatta dunyanin birçok ulkesinde erkekler, birbirlerini operek selamlasmayi kabus gibi gorurler.

En son izledigim filmlerden biri olan “Juno” da, aklimda kalan çok hos bir konusma vardi. Kiz çocuga der ki: “ Çok farklisin, en yakin arkadasimsin, hiç kendini zorlamadan “cool” olabilen gordugum tek insan sensin.” Çocuk da doner der ki: “ Sen benim kendimi zorlamadigimi mi saniyorsun, aslinda boyle olabilmek için çaba harciyorum, dusundugun kadar kolay degil”...

Demek ki biz kadinlar erkeklerin sakinligini, biraz soguk olmalarini bazen seviyoruz bazen buna kiziyoruz ama bunun onlarin dogasindan geldigini saniyoruz. Aslinda yaniliyoruz, onlar da buyuk bir çaba sarfediyorlar boyle olabilmek, duygularini saklayabilmek için.

Basligi atarken acaba bunun sebebini bulabilir miyim diye dusundum tabi ama nerdeee ? Pek de kolay olmazsa gerek...

Meet The Spartans - Film


“Meet The Spartans”

Eger hafif komedi filmleri taraftari iseniz, bir çok Amerikan filmlerini ve televizyon programlarini ayaklar altina sererken ciddi anlamada sizi gulduren bazi sahneleri olan bu filmi izlemelisiniz.

'Epic Movie', 'Spy Hard', 'Date Movie', 'Scary Movie', '300' 'American Idol’ dan 'Deal or No Deal'a kadar bir çok film ve programdan sahnelerin yer aldigini goreceksiniz. Britney Spears’in saçini kazimasindan Angelina'nin evlat edinmesine kadar yine bir çok espirisi var filmin.

Leonidas (Sean Maguire), Queen Margo (Carmen Electra) ile evli ve çok mutlu iken, mesajci ile gelen haber ile Leonidas Perslerin guçlu bir ordu ile ataga geçtigini ogrenir. Halkini savunabilmek icin Spartan ordusunu savasa hazirlar ve yola cikarlar. Tabi Leonidas, halki savunabilecegi konusunda kendisinden bile emin degildir. Yolda karsilastiklari bazi karakter ise; orduya katilmak isteyen Paris Hilton, Xerxes ve 'Borat' olur. Ordunun savasmak yerine dans gosterileri, komedi sovlari gibi yarismalara katilmalari gerekir.

Aslinda bu kadar zengin film ve programlarla belki de film daha komik olabilirdi ama bir Pazar aksamustu yapilacak pek bir sey yokken gorebileceginiz, egleneceginiz bir film. Spartan Ordusu’nun “I will survive” sarkisi esliginde savasa bir gidisleri var ki; benim film sirasinda en çok guldugum sahne oldu…

Sovalyeler Adasi Malta

Friday 21 March 2008

Akdeniz’in gobeginde, Avrupa ve Afrika’nin ortasinda, bir çok medeniyete ev sahipligi yapmis olan bu sirin adanin tarihi ve kulturu oldukça sasirtiyor insani. Tas devrinden kalma bir çok kalintinin kesfedildigi bu adanin Sicilya’dan gelen kolonilerden kalma olan tapinaklari ile “Kutsal Ada” oldugu iddia edilir.

Bir çok eski medeniyetlerin yolunun geçtigi Malta adasinda en son Fransizlardan sonra Ingilizlerin hakimiyeti cok onemli olmus. Fransizlari adadan cikarmaya yardim etme amaçli ile adaya gelen Ingilizler halkin da istegi uzerine 150 yil kadar adada, 1964 yilinda Malta bagimsizligini ilan edene kadar kalmislar. Bu sebeple ana dilleri arapçaya çok benzeyen Maltaca’dan sonra Ingilizce geliyor. Sokakta herkes ingilizce cok iyi konusuyor, tabi Fransizca da oldukça yayilmis.

Insanlari kisa boylu, açik tenli ve genelde koyu renk saçli. Fakat adanin genelde turist dolu olmasi ve herkesin Ingilizce konusmasi sebebi ile yerel halki yabancidan ayirmak kolay olmuyor. 400 bin nufuslu adada guvenlik probleminin olmadigini iddia eden Maltali arkadasim, arabasini kapilarini kilitlemeden park edince agzimiz açikta onu izledik. Soyledigine gore, kimse kimsenin malina goz dikmezmis adada, herkes birbirini tanir ve guvenirmis. Tabi benim gibi Istanbul gibi bir sehirden gelen biri için çok sasirtici oldu bu durum.

Malta, 3 buyuk, 2 kucuk adadan olusuyor. Genelde kum sahilleri daha az olup, kayalikli ve tasli sahiller daha çok. Baskent Valetta oldukça eski bir sehir, daracik sokaklari, saraylari, katedralleri ile goz alici bir mimari dokusu var. Gozo adası dogal guzelligi ile dikkat çekiyor. Burada yer alan, günümüzden 7 bin yıl öncesine giden Ggahtija mutlaka görülmesi gereken yerler arasında.

Malta’nin en fazla turist çeken, tarihi eserlerle goz kamastiran, tam bir ortacağ kenti olan Mdina’nin geçmisi 4 bin yil oncesine dayaniyor. St.Julian ve Qawra dinlenme ve eglence yerlerinin, otellerin ve alis veris merkezlerinin yogunlastigi bolgeler. St. Gorge bölgesi yakınındaki Bay Street adlı bölgede ise sıra sıra kulupler, barlar, restoranlar bulunup, ozellikle dil okullari icin Avrupa’nin her yerinden gelen gençlerden adim atmaktan zorlanabileceginiz renkli bir merkez.


Adanin karakteristik özelliklerden biri gondola benzer, uzerlerinde kucuk goz sembolunun oldugu rengarenk kayiklari. Diger biri ise eski model, adanin her yerine sizi tasiyan otobüsleri. Adalar arasi ulasim ise 1 saat kadar suren feribotlarla yapiliyor. Sicilya Malta arasi baglanti ise uçakla olabilecegi gibi da feribot ile de yapilabilir.

Arap, Akdeniz ve İtalyan mutfaklarinindan etkilenen Malta mutfağı deniz urunleri ve makarna agirlikli. Çok çesitli peynirler, ekmek turleri ve ozellikle en guzel Italyan saraplarini burada bulabilirsiniz. Kinnie adı verdikleri, portakal ve aromalardan yapılan alkolsüz yerel içeceklerinin de tadına bakmakta fayda var.

Ve tabi attigim basligin sebebi adanin unlu şövalyeleri... kendilerini St. Jean Şövalyeleri olarak tanımlayan bu grup, yaklasik 2 asir adayi us olarak kullanmis ve zalim bir yonetim sergilemisler. Gunumuze ise sanlarini nesillere tanitacak Sovalyeler Sarayi’ni birakmislar. Saray şövalyeler dönemine ait bir çok tarihi eser ile dolu. Bugun Parlamento Binası olarak kullanılan sarayda bulunan zırh ve silahlar dünyanın en büyük koleksiyonlarindan biri.


Malta’dan bahsederken sanki tekrar gidesim geldi... goremedigim yerleri gorme amaciyla belki de ikinci bir seyahat yapmaya degecek, bir yandan dinlenirken bir yandan tarih ve kultur kesfine çikilacak bir destinasyon.

Awake - Film


"Awake"

Yonetmen: Joby Harold
Oyuncular: Jessica Alba, Hayden Christensen, Terrence Howard and Lena Olin.
Sure: 84 minutes

Awake, korkunç bir tibbi problem olan ameliyat sirasinda uyanik kalma uzerine kurulu bir gerilim filmi. "Anesthetic awareness" dedikleri, çok nadir rastlanan ama çok tehlikeli olan, her sene 700 kiside 1 kisinin basina gelen; hastanin anestezi alip tamamen hareketsiz kalmasina ragmen, uyanik olmasi, etrafinda olup bitenlerden haberi olmasi.

Filmin anlattigi hikaye su sekilde; basarili ve çok zengin bir is adami Clayton (Hayden Christensen), annesinin asistani olan Sam (Jessica Alba) ile olan iliskisini annesine anlatmaya korkar. Tam anlatmaya karar vermisken , kalbinde onemli bir problemin oldugunu ve uzun sure yasayamayacagini ogrenir ve bir an once kalp nakli ameliyati olmasi gerektigini anlar.

En iyi arkadasi ve doktor olan Jack (Terrence Howard)’in ameliyati yapmasina karar verir. Ameliyata girdikten sonra, bayilmadigini, uyanik kaldigini anladiginda sok olur, fakat hiç bir yerini kipirdatamaz, tamamen paralize olmustur. Bir yandan acilarla ugrasirken bir yandan, doktorlarinin ve etrafindakilerin konusmalarini anlamaya calisir ve duyduklarina inanamaz…Bundan sonra buyuk bir çikmazin içinde bulur kendini…

Açikçasi film, bekledigimden daha iyi çikti, sonunu basindan tahmin edemiyorsunuz, kurgusu basarili. Yalniz dikkat, film ameliyata girecek ya da girme ihtimali olan biri icin uygun degil, kesinlikle izlenmemeli.

Tunus'ta Nargile Keyfi

Thursday 20 March 2008



Degisik bir havasi var Tunus’un. Gunesi, masmavi denizi, muthis tarihi zenginligi, sicak insanlari, zengin mutfagi ile derken sanki Turkiye’den bahsediyorum ama hayir bahsetmek istedigim Tunus…


Uzun yillar Osmanli’nin hakimiyetinden dolayi Turklerin herseyde çok etkisi oldugunu, bazi turkçe isimler, kelimeler, yemekler, oryantal gibi kultur benzerlikleri ile hissediyor insan. Belki de bu sebeple çok da yabanci gelmedi bana ne Tunus insani ne de gordugum sehirler. Soylendigine gore burada yasayan pek çok koklu Turk ailesi var. Turklere karsi cok sicaklar, hemen size, merhaba, tesekkurler ya da Ataturk diyerek size bu ulkede ne kadar hos karsilandiginizi belli ediyorlar. Vizesiz girebildigimiz yegane ulkelerden birinin de Tunus olmasi bunu oldukça pekistiriyor.

Ucuz turizmin cenneti olan Tunus’a akin akin gelen turistlerin cogunlugunu Fransizlar ve Italyanlar olusturuyor. Osmanlilardan sonra uzun yillar Fransiz somurusu altinda kalmis olmalari, ikinci dilin Fransizca olmasi, tatil koylerinde kucuk Fransalarin yaratilmaya calisilmasi Fransiz ailelerinin en onemli destinasyonu yapmis ulkeyi. Tunus’ta en luks otellerde kalarak odediginiz ucret, Avrupa’nin herhangi bir yerinde dusuk kalitededeki otellerde kalarak odeyeceginiz ucrete denk gelir. Dolayisi ile kitle turizmi ile dolup tasan ulkenin bundan kazandigi gelir oldukça dusuk. Bu durumun ulkenin kaynaklarini zorladigi ve ileride daha da zorlayacagi kesin.

Kiyilar boyunca mantar gibi her yerden biten dev tatil koyleri, hatta tamamen yapay olarak turizm icin olusturulmus Yasmin- Hammamet dedikleri bolge, tam bir gunes-deniz turizmi ornegi. Uçaktan in, otele yerles, deniz - havuz arasi mekik doku, yemekleri yine otelden çikmana gerek kalmadan restaurantta ye, bir ya da tas çatlasa iki kere, yine yapay olarak olusturulmus, “Medina” adi verdikleri çay bahçelerinin, magazalarin oldugu açik alisveris merkezi havasindaki yerlere git. Bu sekilde Tunus’un gerçek havasi maalesef hissedilmiyor.

Hammamet, Suz, muthis mozaikleri ile Bardo Müzesi, Sahara Çölü, sevimli Sidi Bou Said gibi birçok yerin gezilmesini siddetle tavsiye ederim. Ozellikle Sidi Bou Said bana Tunus’ta oldugumu en çok hissettiren yer oldu. Mavi pencereli beyaz evler, tipik Arap mimarisi, tas kaldirimlar ve mukemmel nargile kahvesi… Tum gun yurumus yorulmus, sicaktan bunalmissiniz… bu kahvede oturup bir elinizde nargile, digerinde Tunus’un ozel çayi ile ayakkabilarinizi çikarmis, duvara yaslanmis bacaklariniz olabildigince uzatmissiniz. Bu bir saatlik keyif hiç birsey ile degisilmiyor.

Onceleri Avrupali turistin aklinin ucuna bile gelmeyen pazarlik etme kavrami gunumuzde her yere oyle bir yayilmis ki, artik kimse tatil icin gittigi Tunus ve benzeri ulkelerde pazarliksiz bir sey almaz hala geldi. Tabi Tunuslu tuccar bu konuda kendini korumaya almis, pazarligi kabul etmez hala gelmis. Sayisi durmadan artan, kaynagi hiç tukenmeyen turistin Tunuslu tuccarin gozundeki degerinin azaldigi da soylenebilir, oyle ki pazarlik yaparsa bir turist ya da fiyat sorup almazsa artik kapilara kadar kosmak yerine “Almazsan alma kardesim” deyip sirtlarini çeviriyorlar.Tabi çocuklugumuzdan beri ticaret ve pazarligin incelikleri ile yetismis olan biz Turkler icin ayni sey geçerli degil, istediginiz gibi pazarlik yapabilirsiniz, sizi yadirgamayacaklari kesin, tabi dozajini kaçirmadiginiz takdirde.

Baskent Tunus’un anabulvarinin duzenli gorunumde, palmiyelerle dolu olmasi maalesef sehirdeki karmasayi geri plana atamiyor. Dikkatimi çekenler genelde anabulvarin gerisindeki eski yapilasma, çokmeye yuz tutmus binalar, fakirlik oldu. Fakat en çok hosuma giden Afrika’da yer alan Arap-Islam ulkesi olan Tunus’ta karsima hiç bir çarsafli kadinin cikmamasi oldu.


Tarihi, kulturel zenginligi, Turklere karsi sicak tavirlari ile gorulmesi gerekli bir ulke. Bu ulkede iki kez bulunmus olmama ragmen maalesef sehirlerin disina pek cikamadim. Bir daha ki sefere Sahara Çolu ve Matmata’nin ilk duragim olacagi kesin.

Sicilya'nin Gizemi

Wednesday 19 March 2008

Akdeniz’in ortasinda, kulturu, havasi ve goruntusu ile Italya’nin tamamindan farkli bir ada…
Ilk mafya ailesinin dogdugu Sicilya’ya gittigimde bir sekilde mafya kavramini hissederim belki diye dusunuyordum ama dusundugum gibi olmadi, ne koyu renkli takim elbiselerle dolasan sert adamlar ne de ilginc olaylar cikmadi karsima. Ama adanin sanki farkli bir kokusu , gizemli bir havasi vardi.

Bu buyuk adanin insanlari hiç çekinmeden kendilerini Italyan degil Sicilyali diye tanitirlar. Anadil Italyanca olmasina ragmen oldukça farkli bir sive ile kullandiklari kendilerine ozgu dillerinde ozellikle Arapça ve Yunancadan kalma kelimeler oldugu soyleniyor. Geri kalan Italyanlara gore biraz daha kapalilar, ama turistin degerini cok iyi biliyorlar. Adada issizlik yuksek ve kaynaklar kisitli oldugundan turizm ana gelir kaynagi olmus. Turiste karsi cok acik ve sicak tavirlari var.

Adanin sembolu olan "Trinacria", her yerde farkli sekilde karsiniza cikiyor. Semboldeki surat Yunan mitoljisindeki yaratiklardan biri Gordon olup, saclari yilan seklinde ve uc bacagi ile adanin ucgen formunu temsil ediyor. Bu sembol adini aslinda Sicilya’nin eski isimlerinden aliyor. "Trinacria", ucgen anlamina gelip, yine formundan esinlenerek adaya verilmis bir ad. Geçmiste adayi Yunanlilar "Trinakrias", Romalilar ise 3 noktali yildiz anlamina gelen "Trinacrium" olarak isimlendirmisler.
Yerel saticinin soyledigine gore sembol adanin bereketini de simgeliyor ve ozellikle evlerde kullaniyorlar, evi ve evdekileri kotu enerjiden arindirdigina inaniyorlar. Bizim nazar boncugunun diger bir versiyonu olsa gerek. Bu arada nazar boncugu deyince aklima geldi, Turkiye’ye gelen yabanci arkadaslarimin en çok ilgisini çekenlerden biri de nazar boncugu olur. Insanlarin bu kadar çok kullaniyor olmasini gorup genelde “Nazar boncugu gerçekten ise yariyor olsaydi, Turkiye’de ne bir kaza, ne bir kotu olay olurdu, baksaniza heryerde var” diyenler çok olmustur.
Çok da fazla batil inancim olmazsa nazar boncugu kulturunden gelen bir Turk olarak hemen bir tane topraktan yapilmis "Trinacria" aldim ve evime doner donmez girise taktim, ne olur ne olmaz…

Kaldigim otelin balkonunda sabah uyanir uyanmaz karsima ilk çikan Avrupa’nin aktif en buyuk yanardagi Etna’nin muhtesem manzarasi oldu. Gorkemli goruntusu ile adaya daha bir gizem katiyordu sanki. Sabah ve aksam gunesi sirasinda Etna’nin tepesindeki bulutlar, yesillerle dolu adada renkler cumbusu yaratiyorlardi. Bir yanimda gunesin sicacik rengi, bir yanimda Etna'nin gizemi, elimde de kitabim, daha ne isteyebildim ki?
Tabi orda oldugum surede Etna'nin pek bir hareketine sahit olmadim ama yaptigimiz gezide, bir kac metre yukariya ciktigimizda adanin tum havasi degisip, muthis bir soguga girdigimizi, sanki baska bir yerde oldugumuzu hissediyorduk.

Adanin en onemli iki buyuk sehrinden biri baskent Palermo, digeri ise Catania. Her ikisi de birbirinden guzel, neseli, yesili bol, duzenli sehirler. Genelde denize donuk kayalarin uzerine kurulmus kucuk yerlesim birimleri, kapilari pencereleri sikica kapanmis evler dikkat cekiyor. Saydiklarimin disinda gezilecek onemli yerleri; Taormina, Etna Yanardağı ve Agrigento Tapınakları, Corleone, Prizzi ve Partanna adlı köyleri.

Sarap ve peynirde oldukça basarili olduklari soylenebilir. Akdeniz mutfaginin lezzetleri ve deniz urunlerinin bollugu adada sanki insanin istahini biraz daha açiyor. Restaurantlarin belli çalisma saatleri var, bunun disinda giderseniz ya servis olmaz ya da pek bir kisitli olabilir. Burada denedigim bir kaç farkli çesit pizza Italya’nin diger sehirlerinde yedigimden sanki daha lezzetliydi. Bilmiyorum belki de adanin gizemine kendimi çok kaptirdigimdan bana oyle geldi.

Benim gibi nisan ayinda giderseniz tabi denizden ve gunesten pek de faydalanma sansiniz yok ama yazin giderseniz, gunesi, kayalikli, siyah kumlu sahilleri, lezzetli yemekleri, sicakkanli insanlari ile siradisi bir tatil sizi bekliyor…

Yeni bir sehir

Bana yeni bir sehir gerek,
Belki Istanbul belki daha uzak.
Geçen gunlerimin anlamsizligini,
Belki silecek, belki ozletecek.

Yoruyor beni hizli yurumek
Sokaktaki insanlara yetisememek.
Dusunduruyor beni hep dinlemek,
Anlatacak kimse bulamamak.

Bu sehrin telasi, basimin agrisi,
Yeni bir park gerek, kitabimla gidecek.
Aksamin karanligi gunun en zor ani,
Yeni bir dost gerek, kapimi çalacak.

Yalnizliktir disaridaki gurultuyu duyuran,
Sesimi benden baska duyan yokken.
Anilardir beni burada aglatan.
Eski gunlere donmek isterken.

Dostlar belki gitme der,
Kal daha yapacak çok sey var.
Karar veren ben degilim yalnizligim,
Hayalimde yeni bir yer var,
Yagmurun durdugu, gunesin parladigi,
Bana yeni bir sehir gerek, gitmeliyim…



Derya Sahna

30'uma geliyorum

Baba ben 30’uma geliyorum,
Belki de yolumu yariliyorum.
Degismiyor hiçbir sey derinde
Anlasiliyor bir tek yasim yuzumde.

Arkadaslarim oldu, sevincleri, uzuntuleriyle,
Basarilarim oldu, yanlislari dogrulariyla.
Ama geçmedi bir gunum seni dusunmeden,
Nasil olurdu burada olsaydi demeden.

Hangi noktada birakirsan birak,
Hayat hep ayni savas, ozunde kurak.
Yasadigim, gordugum yanima kâr
Yarini kim bilir, bugun bana yar.

Biliyorum beni uzaktan goruyorsun
Ne kadar degismissin diyorsun,
Degismedim baba, ruhum ayni biraktigin çocuk,
Hep ayni kalacak son numaran, hatirladigin deryan…



Derya Sahna

Dublin'de St Patrick Gunu (St. Patrick's Day)

Tuesday 18 March 2008

Her sene 17 Mart’ta, tum Irlanda’da ve Irlandalilarin yogunlukla goc ettigi 100’den fazla sehirde kutlanan St Patrick Gunu… Bu ozel gun, St. Patrick isimli Irlanda’nin hristiyanliga gecmesinde en buyuk pay sahibi olan din adaminin anisina, onu onurlandırmak için kutlanan bir İrlanda bayramı. Efsanelere gore tarihte onemli yeri olan bu din adamin bütün yılanları İrlanda'nın dışına sürdüğü, yılanların denize atılarak boğulduklari söylenir. Yine ulkenin sembollerinden biri olan üç yapraklı yoncayi, Hıristiyanlıktaki baba, oğul ve kutsal ruh kavramlarını mecazi anlamda açıklamak için kullanan kendisi olmus.


Dini ozelligini gun geçtikçe yitiren bu milli gun, eglenme, herkesi Irlandali kabul etme ve yesillere burunme gunudur. Yeşil renk baharın, İrlanda'nın ve yoncanın rengi olduğu için bu gunun de sembolü olmuştur. Bu gunde uç yapraklı yonca bulmak, yeşil kıyafetler giymek uğur getirir. Karsiniza yesil renkte satilan bira ya da donut da cikarsa sasirmayin.

Bu seneki kutlamalara Dublin’de katilma sansim oldu. Bekledigimden cok daha hareketli ve yaratici buldum. Tabi soylenen eskilere gore artik daha uluslararasilasmis olmasi; geleneksel Irlandali gruplarin disinda, Filipin, Çin, Hint ve bunun gibi gruplarin da gosterilerini izledik. Dinazorlar, ejderhalar, dev kuslar tepemizden geçerken, arilar bal yapiyor, dev orumcekler çocuklarin kabusu oluyorlardi. Yuruyusu daha da renklendiren askerler, bandolar, akrobatlar, samba dansçilari, Hint, Afrika danslari da mevcuttu. Diger Avrupa ulkelerinde gorebileceginiz buna benzer yuruyuslerden en buyuk farki yaraticiligin daha fazla olmasi ve izleyenlerin Irlandali olsun olmasin tumunun yesil renkteki kiyafetleri ve birbirinden yaratici sapkalari ile tam anlami ile eglenceyi hissetmeleri idi.


Bu sapkalarin hikayesi de ayri , her kosede yesil sapkali, kizil sakalli “Leprechaun” kiliginda insanlari gorunce hemen detayli arastirmayi gerekli gordum. Irlanda Mitolojisi’nde adi çok gecen, adada Celtlerden once yasamis oldugunu varsayilan, büyük hazineye sahip ve kısa boylu ayakkabıcı cinin adi Leprechaun”. Hikayeleri susleyen bu cinin Irlanda civarında yaşadığına, yeşil kıyafeti ve şapkası olduğuna, bir şekilde onu yakalayabilirseniz dilek dileme hakkına sahip olacağınıza hatta altınlarına el koyabileceğinize inanılaniliyor. Masallarda gokkusaginin sonunda bekleyen, bir kup altini olan, gokkusaginin sonunu bulan ve cinin sordugu bilmeceyi dogru cevaplayan kisiye bu altinlari verdigi varsayilan cinin de bu cin oldugu kabul edilmis. Altın biriktiren açgözlülere de, fakir insanlara da yardım eden bu cinlerin, içlerinde iyi kalplilerinin de oldugu ama pek de onlara guvenilmeyecegini dusunurler...

Gunun eglenceleri, yuruyusun ardindan konserler, sokak gosterileri ile devam etti. Sehrin her yaninda barlar, restauranlar, publar dolup tasarken, hot-dog, donut yada Fast Food restaurantlarinda bitmek bilmeyen siralarda yorulup parklar gidip gunun keyfini çimlerde cikaranlar da coktu. Bir anda karsimiza geleneksel Irlanda dansi yapan gruplar gibi yesile boyanmamanin bir suç sayildigi bu gunde ellerinde boyalarla bizim gibi henuz boyanmamis olanlari bekleyen sokak sanatçilari çikabiliyordu. Irlanda birasinin ve yemeklerinin daha ucuz fiyatlara satildigi bugun, sarhos olmadan eve donmek isterseniz, en gec aksamustu evin yolunu tutmalisiniz, aksi takdirde eve donmeniz zorlasabilir.

Bekledigimden daha yaratici ve eglenceli gecen bu gunun ardindan aklima gelen, İrlanda kültürünün efsanelere dayalı ve zengin olmasi, dunyanin bir çok ulkeside bu kuçuk adanin etkilerinin gorulmesi... James Joyce’un, U2’nun, Daniel Day Lewis’in buradan çikmis olmasi pek de sasirtici olmazsa gerek...

Gozlerine Baktigimda

Saturday 15 March 2008

Gozlerine baktigimda, uzaklara gidiyorum,
Bilmedigim mekanlari kesfet diyorlar.
Senin benden gizlediklerini goruyorum,
Dilinin ucundakini soyluyorlar .

Gozlerine baktigimda, derinlere iniyorum,
Isiltilari yuregine inen yolu aydinlatiyor.
Hissettiklerini senden once anliyorum,
Bakislari gizlemene izin vermiyor.

Ruhuma dokunan bir muzik gibi,
Içimde eski bir plagin yavasça dondugunu,
Renklerin dans ettigini hissediyorum
Ama soylemeye korkuyorum…
Belki sen de benim gozlerimden anlarsin.



Derya Sahna

Neredesin Biliyorum

Friday 14 March 2008

Kimsesiz bir çocugun zavalli bakisinda,
Soguktan cama gelen guvercinin sesinde,
Zamana ayak uyduramayan parktaki yaslida,
Senin nerede oldugunu hatirliyorum.

Sebebini anlayamadigim ruyamda,
Hayat telasinin bos geldigi anlarda,
Yosun tutmus kayaya vuran sessiz dalgada,
Senin nerede oldugunu hatirliyorum.

Elimdeki tek fotografina baktigimda,
Biraktigin boslugun soguklugunu hissediyorum.
Yillar oncesi sanki dun gibi geldiginde,
Senin nerede oldugunu hatirliyorum.

Yasadigim sevgi dolu anlari yanima aldim,
Gittigin yeri biliyorum bir gun ben de gelecegim…



Derya Sahna

Ilaç Lazim Bana

Ilaç lazim bana, oyle bir ilaç ki;
Hayata baktigim camin bugusunu alacak,
Mutsuzlugumun sebebini anlatirken,
Sikildigim anlarin kurtaricisi, yalnizligimin bekçisi olacak.

Oyle bir ilaç ki; uzaktakileri yakin hissettirecek,
Kaçirdigim anlar, konusamadigim kelimeler olacak.
Geçmek bilmeyen bekleyislerde sabir verecek,
Hatalarimin ilk habercisi olup, beni aglatmayacak.

Oyle bir ilaç ki; bana beni anlatacak,
Cevremi, bakan gozleri anlamaya calisirken,
Haberim olmadan hayatima girecek,
Bana ben olmayi ogretecek…



Derya Sahna

Çocuk sahibi olmak

Thursday 13 March 2008

Her gecen gun gozumuzde buyuyerek karar vermenin daha zor oldugu, hayatimizda farkli bir donemin kapisini açan çocuk sahibi olmak...

Gunumuzde ekonomik kosullarin degismesi, daha cok bireysellesen toplumlara donusmemiz, kadinin sosyal ve calisma hayatinda eskiye gore daha aktif olmasi, belki biraz da bencillesmemiz sebebi ile kalabalik aile kavramlari geride kaldi. Eskiye gore biraz daha dusunur olduk karar vermeden once. Soyle bir baktiginizda, hayatinizda genel olarak karsilastiginiz ana sorular nedir; gencken “Eee ne zaman evleniyorsun var mi bir aday?”... ardindan aileniz de onayladigi biri ile evlendiniz mutlusunuz, herkesi de mutlu ettiniz, simdi de “Eee ne zaman geliyor kucuk yaramaz?” sorusu gelir. Bir emir gibi, okulu bitiren evlenmeli, çok gecmeden de cocuk sahibi olmali. Eger “Yok henuz çocuk dusunmuyoruz ya da simdilik istemiyoruz” derseniz yandiniz hemen beyin yikamasi baslar “Aaa neden ama cok guzel, neden istemiyorsun, hayatta en guzel sey” diyerek. Ama bir dusunun eger “Evet cocuk istiyoruz derseniz” size hiç “Neden istiyorsun, iyice dusundun mu?” diye soran oldu mu? olmadi olmaz da… Cunku istemeye mecbursunuz, oturup dusunmeye, bem kimim nerdeyim demeye hiç gerek yok, çocuk guzeldir herkes ister. Acaba her gecen gun yasamasi zorlasan bu dunyada onu mutlu edebilecek misiniz?

Diyelim karar verdiniz, cocugunuz oldu, o kadar cektiginiz eziyet birsey degil asil bundan sonrasi daha zor. Aldiginiz kilolar nasil gidecek? Aman onemli degil demeyin, onemli bir toplumsal olgu bu, herkes once cocuga sonra size bakacak ve acaba dogumdan sonra kilolarini vermis mi diyerekten iyice suzecekler. Aslinda insan hastaneden cikarken orada kilolarini birakmak ister ama maalesef henuz bu mumkun degil. Uykusuz geceler, çocugunuzun her yasinda sizin en yakin dostunuz olacak, bunun gibi bir çok degisikliklerle artik isteseniz de eski hayatiniza donemeyeceksiniz…

Diger bir konu ise erken yasta anne olanlar…Turkiye’de diger ulkelerdeki kadar cok karsiniza cikmazsa da Avrupa’da ve dunyanin birçok ulkesinde cok sik rastalanan bir durum. Daha erken yasta cinsel hayatlarinin baslamasi ve bazi kesimlerde cocuk aldirmanin yasak olmasi gibi sebeplerle, kucuk annelerle sikça karsilarsiniz. Daha kendilerine bakmayi beceremezlerken bir de cocuga nasil bakacaklar, boyle ortamlarda yetisen cocuklarin yuzde kaci saglikli bireyler olacak ??? Istemeyen hamileliklerin her sekilde onune gecilmesinden baska çozum goremiyorum.

Cocuk sahibi olmak dunyanin en guzel seyi mi bilemiyorum ama su bir gerçek ki hayatiniz o andan itibaren bir daha eskisi gibi olmuyor, eger simdiki hayatinizdan oldukça memnun iseniz, karar vermeden once iki kez dusununmelisiniz…

Yarin da bugun olacak

Wednesday 12 March 2008

Hayatimiz durmadan birseylerden sikayet etmekle, yapmak istediklerimizi ertelemekle geciyor, neden elimizde olanlarla mutlu olamiyoruz? Hep daha farklisini istememiz yetmiyormus gibi bir de herseyin daha da fazlasinda gozumuz…

Icindeyken olaylari farketmiyoruz ama soyle bir disardan baktigimizda gorulen o ki hep birseyleri degistirme, farkli seyler elde etme çabasindayiz. Anlamasi kolay degil.

Saciniz duz mu, keske kivircik olsaydi, kivircik mi keske bu kadar degil de biraz dalgali olsaydi. Çalisiyor musunuz, hergun hergun ayni seyi yapmaktansa keske biraz evde oturabilseydiniz, neleri verirdiniz sabahin o ilk saatlerinden sicacik yataginizdan cikmamak icin. Evde mi oturuyorsunuz ahh keske calisabilseydiniz, yeni insanlarla tanisabilseydiniz. Ailenizle mi yasiyorsunuz, bir eve çikabilseydiniz hayatiniz nasil da farkli olurdu, arkadaslariniz sik sik sizi ziyaret ederdi, ev isi hic zor gelmezdi. Ailenizden uzak misiniz, keske onlarla oturup bir kahve icebilseydiniz, eve geldiginizde yemek hazir, masada herkes sizi bekliyor olsaydi. Cok iyi bir isiniz var ama yemiyor degil mi, iyi bir iliski, iyi bir ev, iyi bir ortam daha fazlasini istiyorsunuz.
Kim bilir daha neler neler isterdiniz… Bunlarla kafanizi siz yorarken bakmissiniz ki zaman gecip gitmis, hayatiniz bir bakima ertelenmis.

Birseylerin pesinden kosma telasiyla bulundugumuz ortamin, elimizdekilerin kiymetini hep gozardi ediyoruz, ancak ki kaybetme riski olursa anliyoruz. Huzunlu bir film izleyip, bir daha ona boyle davranmayacagim, mutlu olalim diye elimden geleni yapacagim diye yatmadan once kesin karar verip sabah uyandiginizda bir bakiyorsunuz ki herseyi unutmussunuz.
Cok yakin bir arkadasiniz kansere yakalanmis, omru cok kisa haberi geliyor, kahroluyorsunuz, tamam artik hersey hayatimda farkli olacak, herkese iyi davranacagim, yapmak istediklerimi ertelemeyecegim, mutlu olacagim, gunu yasayacagim gibi kesin kararlar aliyorsunuz. Cok geçmeden 1 hafta sonra yine hayatiniz ayni duzene girmistir bile, en fazlasi belki bir hayat sigortasi yaptirmissinizdir.

Maalesef hep herseyi bugun degil yarin yaparim diyerek erteleyecegiz, daha fazlasini isteyip bunun icin savasip gunu yasamayi unutacagiz. Belki de hatirladigimizda cok gec olacak …
Yarinin da bugun olacagini unutacagiz…

Iliskiler Çikmazi

Tuesday 11 March 2008

Ne kadar zorlugundan bahsetsek de hayatimizin ana unsurlarindan birisi iliskilerimiz. En zoru ve karmasik olani karsi cins ile olan zitliklarla dolu iliskilerimiz.

Bir kadin ve erkegin iliskisinin baslamasi an meselesi iken bitmesi bazen aylar surebiliyor. Baslangiçta iki taraf da birbirinin bilmedigi yanlari kesfedip bunu ilginç bulurken sonlarda artik iki taraf da bu kesfedilen yanlarin sanki kendilerini igneledigini hissediyor. Baslangiçta belki çekinmeler olsa da zamanla bunlar asiliyor ve iliski gunde birçok kez yapilan telefon gorusmeleri, olur olmaz mesajlar, anlamsiz gelse de hergun bulusma istegi ile susleniyor. Ardindan arkadaslara tanistirma fasillari, kim ne dedi, begendiler mi muhabbetleriyle gelisiyor olaylar. Evet baktiniz ki hayatinizda biri var ve bir ay da bir yil da surebilir iliskiniz.

Aman ne guzel hersey derken eger kadin artik iliskiden eskisi kadar zevk aldigini dusunmuyorsa, bir sure daha dayanir biraz zaman tanir iliskiye, “O kadar bana gore degil ama beni gulduruyor” ya da “Pek tipim degil ama yakisiyoruz birbirimize” gibi telkinmelerle biraz daha devam eder iliski. Bakti ki baskasi ile yeni bir iliski ihtimali var ya da artik anladi ki olmuyor bu kisiyle, alir erkegi karsina cesurca sebepleri anlatir, olmayan yanlarini ama ona deger verdigini arkadasliginin onemli oldugunu tek tek siralar. Iyi kotu en azindan kafasindakini aciklar.

Gelelim erkege, eger erkek ise iliskiden cekilmeye karar veren, kafasinda baska gelismeler olan iliskinin bitme sahneleri cok farklidir. Erkeklerin çogu problemleri konusmadan cozmeyi tercih edip karsisindakini cikmaza suruklediklerini farketmezler. Bitirmeye mi karar verdi, zaten her zaman daha çok telefona sarilan taraf olarak aramalari azaltmaya ya da hic aramamaya karar verir. Arada kadin onu arayip “Ne oldu neden aramiyorsun?” deyice de “Hep ben mi arayacagim” diyerek konuyu kestirip atar. Konusup da canini mi sikacak, bir soyleyip bin mi duyacak yok efendim ne gerek var deyip sessiz kalmayi tercih eder. Kadinin çabalari bir muddet daha devam eder ve anlar ki karsi taraf artik iliskiden mutlu degil. Ama bunu anlaya kadar neler cektigini bir o bilir bir allah. “Acaba baskasi mi var, neden beni istemiyor, acaba basina birsey mi geldi de beni aramadi…?” gibi akla gelebilecek tum sorularla yer bitirir kendini…

Her iki durumda da sonuçta iliski bitmistir ama hangisinin hangi taraf icin daha saglikli oldugu tartisilir. Eger bu soylediklerimi yasamadiginiz bir iliskiniz olduysa gerçek bir birliktelik yasamissiniz ve belki de asik olmussunuz demektir, eger ki su anda boyle bir iliski icerisindeysiniz aman kolay bulunur cinsten degil sakin kacirmayin…

Nasil terkedildiginizin Facebook'ta Ilani

Monday 10 March 2008

Ayriligin getirdigi acilar, iliskilerin artik sanal aleme tasinmasiyla daha da kuvvetlendiler.

Bir dusunun, sizce herseyin yolunda gittigi bir iliski icindesiniz, yalniz karsinizdakini kaybetme korkunuz var ama simdilik idare ediyorsunuz. Bir de baktiniz ki Facebook’ta karsiniza cikan haberler, size bu konuda ipuçlari vermeye baslamis. Sevgilinizin arkadaslari ona yolladiklari mesajlarda “ Hadi biraz cesaret, bu aksam icin iyi sanslar…”gibi seyler diyorlar, tam da bulusacaginiz aksam. O zaman anladiniz ki o aksamdan itibaren yalniz biri olabilirsiniz. Bulusma gerçeklesti ve beklediginiz basiniza geldi, sevgiliniz, sizin eski sevgiliniz olarak masadan kalkti. Cok da sarsilmadiniz belki, bir kaç parça giysiniz onda kaldi, “Bir ara ugrar alirim” dediniz. Ama aslinda belki daha zoru bundan sonra baslayacak.

Ayriliklar artik kapilar arkasinda gerçeklesmiyor, hemen ayni gece Facebook’ta siz de o da Single statusune dustunuz ve bunun haberleri bir anda herkese yayildi. Bunu silmeniz mumkun degil, sistem boyle, sadece kara haber degil tum haberler bu alemde tez yayiliyor. O ve onun tum arkadaslari da sizin terkedilen oldugunuzu biliyor, bilmeyenin de ipuclarini takip ederek bunu cikarmasi zor degil. Ardindan onun tum arkadaslarin mesajlari sizin de kapinizi caliyor “Tebrikler, dogru olani yaptin, ileriye bak…” gibi. Neyse bunlara da dayanabildiniz bundan sonra ortam biraz durulur diye umit ettiniz.

Fakat tum bunlarin moralinizi bozdugu yetmiyormus gibi biraz daha zaman gectikten sonra bir de bakmissiniz ki eski sevgiliniz, bir guzel yazmis profiline “2008, yeni yil, yeni bir is, yeni bir ortam, yeni biri….” Iste bu bardagi tasiran son damla oldu, onu hayatinizdan cikarmaya calisirken sanki o ruyalariniza eskisinden daha cok giriyor. Kesin karar verdiniz ve sonunda onu arkadas listenizden cikardiniz. “Ohh be dunya varmis” dediniz… artik arkadas degildiniz ve onunla ilgili haberler sizi yormaya baslamisti. Tabi bu kadarla da bitmeyebilir, baskalarinin yazilarindan, mesajlarindan belki yine arada birseyler goreceksiniz ama bu sizi bu kadar da rahatsiz etmeyecek, çok zor oldu ama artik iliskiyi kafanizda bitirdiniz.

Belki de eskilerin isi daha kolaydi, zor giden bir iliskiyi iclerinde halleder, bittiginde de bir sureligine denize yakin bir yere gider, ya da sehir degistirir o kisiyi bir daha hayatlarinda gormezlerdi. Biz bunu istesek de artik yapamayiz hersey elimizin altinda, bazen isteyerek bazen de istemeden eskiler birden onunuze cikiveriyor…

Evde bir erkegin oldugunu nasil anlarsiniz ?

Saturday 8 March 2008

Kadin ve erkegin arasindaki farklari incelemenin en kolay ve zevkli yani gunluk hayatinizdan baslamak. Ornegin “Bu evde bir erkek yasiyor” demenize sebep olacak seyler nelerdir ?

Isten eve geldiniz. Kapiyi actiniz, yerde duzensiz konulmus ayakkabilar gordunuz. Tabi bunlarin erkek ayakkabilari olmalari sorumuzun cevabina ulasmada cok daha kuvvetli bir iz ama olsun biz genel olarak bakmaya devam edelim.

Aaa! O da ne? Sabahtan aksama kadar iki odanin isiklari bin defa soylediginiz halde acik kalmis, tuh tuh elektrik parasina yazik, yandiniz.

Odaniza girdiniz, yerlerde pijamalar var, haliyle erkek pijamalari, sabahtan farketmediniz ama aksam gelince gozunuze batti tabi. Siz de sabah acele ile çiktiniz ama sizin pijamalariniz nedense dolaba yerlestirilmis duzenlenmis durumdalar.

Banyoya girdiniz, yuzunuzu yikamak istiyorsunuz gozunuze batan ne oldu? Tabi ki dis macunu ortasindan sikilmis ve kapagi acik bir kenara atilmis, evet maalesef tuvaletin kapagi da kalkik birakilmis, kim acaba bunu boyle birakti ?

Mutfaga girdiniz, yemek kokusu ile karsilacaginizi mi sandiniz yanildiniz, ama yalniz degilsiniz, sira sira dizilmis su bardaklari ve lavaboda dunden kalmis, donmus bulasiklar sizi bekler.Cop kutusunu açtiniz çantanizi duzenlerken çikan çopleri atmak icin, o da ne , kutu dolmus tasiyor… kokuyor da, “Allahim bu evde herseyi dusunen ben olmak zorunda miyim?” diyerek kan kustunuz.

Salona girdiniz, yerde gazete parçalari, olur normaldir dediniz. Siyah tozlu bilgisayar çantasi beyaz koltugunuzun uzerine atilmis…, içiniz gitti ama olsun olur normaldir dediniz. Koltuga oturdunuz, kenara gozunuz ilisti, nedir bu derken bir de baktiniz ki siyah çoraplar, tabi erkek çoraplari… “Artik bu kadar da olmaz !” dediginizi duyar gibiyim. Zaten gunun stresi uzerinizde bir de evin daginikligini dusunmek istemiyorsunuz ama kabul etmelisiniz hayatinizin kararini vermis evlenmissiniz.

Evet evinizde bir erkek var ve de onunla yasamasini ogrenmelisiniz ...

Enchanted - Film

Friday 7 March 2008



“Enchanted”

Belki de bu film icin Shrek’in kizlar icin olan versiyonu diyebiliriz. Masal dunyasi ile gerçek dunyanin arasindaki farklari dusunduren, gulduren ve muzikleri ile çocuk ruhunuzu yeniden canlandiran bir film.

Animasyon olarak baslayan film klasik masal dunyasini yansitirken, hayvanlari cok seven, cok da guzel sarki soyleyen prenses Giselle (Adams) , tam hayallerinin prensi ile evlenip omur boyu mutlu olacakken, prens Edward (Marsden)’in uvey annesi Giselle'i, omur boyu mutlu olamayanlarin dunyasi yani gerçek dunyaya yollar. Bunun uzerine iki dunya arasindaki farkliliklari masal gerçek karisik anlatan film devam eder.

Iki boyutlu masal dunyasindan gerçek dunyaya aktarilan bir çok espiri ve dusundurucu olaylarla suslenmis bu filmin sonunda kendinizi sarkilarini tekrar ederek bulabilirsiniz.

Juno - Film



“Juno”

Geri donup dusunuldugunde film ile ilgili akla ilk gelenler belki de muzikler ve goruntuler. Oldukça basarili anlatimi ile lise doneminde basa gelebilecek en kotu sey olan hamileligin, espirisi ve tarzi ile o kadar da kotu olmadigini dusundurebiliyor.

Juno McGuff (Page) 16 yasinda lise ogrencisi, cok sikildigini hissettigi bir gun en yakin arkadasi olan Paulie Bleeker (Cera) ile ilisikiye girer ve 2 ay sonra hamile oldugunu anlar. Buna hazir olamadigi icin aldirmaya karar verir ama son anda vazgeçerek, gazete ilanindan buldugu bir çifte vermeye karar verir. Bunun uzerine gelismeler devam eder.

Bir ilginç yani alisilmisin aksine ergenlik yasindaki çocuklara hakkettikleri saygi ile davranildigini gormeniz. Film ayni zamanda bir cocugun en saglikli yetismesi icin anne ve babaya ihtiyaci konusunda bazi sorular da soruyor.

Jumper - Film


Jumper”


Klasik bir bilim kurgu olan filmin kavgasi, mekani çok bol ama sizde heyecan uyandiracak farkli sahnesi az. David Rice (Thieriot), annesi cocukken onu terk etmis, babasi ile birlikte yasamaktan sikilmis, ev ve okul hayatindan kaçma planlari yapan tipik bir genç.

Bir gun tesadufen sadece dusunerek kendini dunyada istedigi her yere saniyeler içerisinde goturebilecegini kesfeder. Bunun uzerine banka soygunu yaparak, zengin hayati surdurmeye baslar. Ardindan karsina cikan ayni ozelliklere sahip biri araciligi ile onun gibilerin oldugu ve bunlara “Jumper” dendigi ve peslerine ozel bir orgutun oldugunu anlar ve film bunlarin uzerine sekillenmeye baslar. Macera sevenlerin hosuna gidebilecek nitelikte.

The Bucket List - Film



“The Bucket List”


Jack Nicholson, Morgan Freeman guclu oyunculuklari her ne kadar filmi bir nevi kurtarsa da maalesef cok yaraticiligi olmayan beklenen olaylar zincirinden oteye gitmiyor.

Bas karakterler bir hastanede ayni odayi ve ayni kaderi paylasan iki kanser hastasi. Bir yil omurlerinin kaldigini ogrenen ve birbirlerine yakinlasan iki yasli birlikte simdiye kadar yapmak isteyip de yapamadiklari seyleri iceren bir liste hazirlarlar. Film bu listeyi gerçeklestirmek icin gosterdikleri çabalari ile, iki karakterin birbirleri ile zitlasmalari ile devam ediyor.

Belki 40 ya da 50’lili yaslarda izliyor olursaniz filmi daha çok zevk alabilirsiniz, aksi takdirde 97 dakikalik film daha uzunmus gibi gelebilir size.

Çeliskinin boylesi !

Bu sabah gazete okuyanlar gormustur. Bir koy ilkogretim okulunda 55 yasindaki evli uç cocugu olan bir ogretmenin kiz ogrencilere taciz ettigi iddasi var.

Çok sayida ogrenci ve velinin sikayeti soz konusu iken ve veliler ogrencileri okula yollamaya korkarken, ogretmen gorevine devam ediyor. Bos yere degil ya bu sikayetler, ogretmen de “Suçum varsa cezasini çekerim” diyor, suçsuzum da demiyor, suçsuz olsa inkar eder. Bu kadar çalkantinin içince, veliler isyandayken ogretmenin gorevine ara vermek en dogrusu degil mi? Ama maalesef Ilçe Milli Egitim Muduru bekleme asamasinda, henuz mudahale edemiyor bu kadar hassas bir konuda.

Bara gidip içkisine ilaç konulup tecavuze ugrayan genç kiz polise gidip sikayette bulunuyor, supheliler yakalaniyor ifadeleri alinip serbest birakiliyor, bekleme asamasindalar. Burada da daha siki bir mudahale yapilaz miydi ? Bekleyelim daha bir kaç kisiyi de rahatsiz etsinler belki ondan sonra.

Nerede mudahale daha kuvvetli ve baskin olarak çikiyor karsimiza, kadinbudu koftesinin isminin dayanilmazliginda. Bu kadar onemli haberlerin içinde, bir de ne goruyorsunuz turunun en guzel orneklerinden “Samanyolu TV” nin hazirladigi programda asçi Kadinbudu koftenin ismini tahrik edici buldugundan yeni isim takmis, bununla da yetinmeyip dilberdudagina da laf etmis. Yani pes dogrusu bunca yil bunlarin isimleri benimsenmis, kulturun simgesi olmus, belli bir sebeple bu yemekler bu adlari almis, hepsinin arkasinda bir hikayesi olmus, sen gel de bunlari tahrik edici bulup isimlerini degistir.

Zaten saçinin telinin erkegi tahrik edecegi mantigi ile basini orten kadinlardan olusmus bir grubun hazirladigi programdan baska ne beklersin? Maalesef her zaman bu mantikla erkegin bir adim gerisinde kalacaklar.

Sirf buna inat hemen bu aksam Kadinbudu kofte yapip hep birlikte yiyelim de icimizin yaglari erisin…

Dostum

Thursday 6 March 2008

Senin gibi dusunen biri var dersin,
Kolayca anlatirsin kafandakini,
Sana bakan gozleri belli eder herseyi,
Iste o zaman yalniz degilim dersin.

Kolay degildir dostum demek,
Tum kapilarini acmak, buyur etmek,
Benimsemek bir parçan gibi,
Kabul etmek herseyi oldugu gibi.

Benzemez hicbirseye onunla olmak,
Kimseyi koyamazsin yerine,
Yakin uzak farketmez, yaninda hissedersin,
Bilirsin o zaman yalniz olmadigini.

Universitenin yesil bahcesinde,
Istanbul’un gizli sokaklarinda,
Vapurun en uç kosesinde,
“Buraya bile geldik” dedigimiz yerlerde,


Seni bulmak kolay olmadi dostum…



Derya Sahna

Sen Varken Anne

Tatli bir guven duygusu,
Sicak bir yemek kokusu,
Zamani yakalama telasi,
Sen varken hersey baska.

Ozlem dolu dokunusun,
Yanaklarindan akan gozyasin,
Anlik derin bir bakisin,
Sen varken hersey baska.

Ayriyken geçmek bilmeyen saatler,
Biriken konular, dusunceler
Birlikteyken yetmez gunler, geceler,
Cikmaz kelimeler, istesen de konusmak.

Anlatmasi kolay degil, yasamasi da
Sen varken hersey baska,
Ben baskayim anne...



Derya Sahna

Trafik Kazalari

Wednesday 5 March 2008

Turkiye’de oldugu gibi Avrupa’nin bir çok ulkesinde sik sik karsilasilan trafik kazalari her gecen gun daha cok can aliyor.

En çok kazalarin goruldugu ulkelerden biri de Irlanda, sebep alkolu fazla kacirmayi cok seven bu ulkenin halki cogu zaman bu durumda araba kullanabiliyor. Soylenene gore eger iyi bir sofor olacagim, hiz limitlerine uyacagim derseniz yandiniz cunku iste o zaman kazaya sebep olabilirsiniz. Yani hiz limitlerine uymak tehlikeli olabilir. Yayanin ikinci planda kaldigi Avrupa ulkelerinden biri de yine burasi. Sehir merkezindeki isiklar ve bir kaç yaya yolu disinda pek de fazla yaya yolu ile karsilasmazsiniz. Kavsaklarin buyuk bir cogunlugu gobek sistemi ile cozulmus olup, tam gobek baslangicinda kaldirimin alçaldigi kisimlardan, eger gelen bir araç yoksa karsidan karsiya geçebilirsiniz cunku bunlarin hicbiri yaya yolu olarak belirlenmis degil, yani araç oncelikli.

Ulkede cok kisinin hayatini kaybetmesine sebep olan trafik kazalarina karsi yapilan bir cok yayin var, ozellikle tam bir film izlerken ya da bir komedi progragramina gulumserken birden reklamlarin arasina film karesi gibi ama daha gerçekci, kaza aninda bir ailenin drami karsiniza cikabiliyor, gerisinde, alkollu araba kullanmayiniz ve cep telefonundan uzak durunuz araba kullanirken gibi sloganlar geliyor. Bu uzun bir sure durup dusunmenize sebep oluyor. Yine de bir kisim halkin bu durumu ciddiye aldigi ve daha dikkatli oldugu, Cuma gunleri yani; is cikisi bir barda demlenmeden eve donmenin pek mumkun olmadigi haftanin bu gunu, sabah ve aksam trafigi diger gunlere gore daha tenha olup bir çok kisi arabasini almadan ise gider.

Ornegin, Portekiz’de biraz daha farkli bir sistem vardir. Iyi araba kullanamadiklari ile unludurler, alkollu kullanan coktur, kaza deseniz sik sik olur ama genelde kurallara uyarlar ve cok sakindirler. Araba kullanmanin ogrenilebilecegi rahat yerlerdendir. Bir de yayaya saygi cok on plandadir. Ayaginizi yaya yolunun ucuna degdirdiginiz an herkes durur. Suruculuk okullarinda verilen egitimde yayanin onceligi cok vurgulanir, hatta cok yavas onceden frene basacaksiniz ki yayayi urkutmeyeceksiniz diye de bir guzel tembihlerler.

Bir çok ulkede oldgugu gibi her iki ulkede de ehliyet sinavi iki asamali, oldukça komplike ve ne kadar zor geçirirsek o kadar iyi mantigi ile yapiliyor. Maalesef Turkiye’de oldukça kolay bu islemler, hatta satin bile alabiliyorsunuz ehliyetinizi, sinavda biraz yurut arabayi yetiyor. Son duyduklarima gore bu degisim surecine girmis, umarim daha faydali olur tum ulkeye…

Ozledigim Istanbul

Tuesday 4 March 2008


Yagmurun ardindan topragin kokusu,
Gunesin denize vuran isiltisi,
Balkondan gelen çatal bicak sesi,
Ozledigim, Istanbullu’nun bilmedigi Istanbul.

Vapurdan simit verdigim martilar,
Sokakta top oynayan ciplak ayakli cocuklar,
Tezgahini sabahin ilk saati ile acmis seyyar,
Ozledigim, Istanbullu’nun bilmedigi Istanbul.

Okuldaki cocuklarin civiltisi,
Karsidan gelen insanlarin telasi,
Turistin hayret dolu bakisi,
Ozledigim, Istanbullu’nun bilmedigi Istanbul.

Cok yakindir sana ama uzak gelir,
Cok uzaktir sana ama yakin gelir,
Kaparsin gozlerini guzelliklere yakinken,
Hatirlarsin onlari sana uzakken,
Ozledigim, Istanbullu’nun bilmedigi Istanbul…



Derya Sahna

Nedir bu hamburgerden cektigimiz ?

Monday 3 March 2008

Dun Irlanda Independent Gazetesi’nde okudugum bir haber beni bu konuyu yazmaya yonledirdi. Gunumuzde Irlandali anne babalar, cocuklarinin cogunlugunda sismanligin gorulmesinin sebebini obezite hastaligini suclayarak acikliyorlarmis.

Habere gore, Irlandali ebeveynler cocuklarindaki bu kilo fazlaliginin sebebinin obezite oldugunu dusunurken unuttuklari konular var; anne ve babalarindan gordukleri gibi egzersiz yapmayan, bilgisayar bagimlisi evlerde yine bilgisayar bagimlisi olarak yetisen cocuklarin, anne babalarinin tembelligi ile en onemli gelisme donemlerini hamburger yiyerek gecirerek kalori yakmalarinin mumkun olmadigi. Bir kisim cocuk digerlerine gore daha zor kalori yakiyor olabilir, kolayca sismanliyor olabilir ama bu ebeveynlerin yaptigi buyuk beslenme hatalarini obezite ile ortbas edilebilecegi anlamina gelmiyor.

Habere yapilan yorumlardan biri cok ilgincti; Brazilya’nin bazi sehirlerinde yeni bir uygulamaya baslanmis, sokaklara bol bol meyve agaci ekilecekmis. Amac meyve tuketimini arttirmak, sismanligi azaltmak. Yolda yururken caniniz abur cubur mu cekti, elinizi uzatip bir meyveyi daldan koparip bu isteginizi saglikli bir yolla bastirabileceksiniz. Brazilya bu uygulayamayi dunyada ilk baslatan ulke olacakmis.
Turkiye’nin birçok yerinde bu dogal olarak gelismistir oysa ki; cocuklugumun gectigi Istanbul’un hizla sehirlesmis semtlerinden biri olan Goztepe’de bile apartmanlarin arasinda hem arabalar hem cocuklar icin yapilan bahçelerde en azindan ayva, ceviz, incir agaçlari bol bol bizi; yani sokaklarda rahatça oynama sansini yakalayan son jenerasyon olan 80’li yillarin cocuklarini beslediler. O zaman annem bana; “Sokak cocugu mu olacaksin yeter artik hadi eve gel !” derdi ben de cok uzulurdum sanki yanlis bir sey yapiyormusum gibi. Simdi ah keske sokak olsa da cikabilseler.

Beslenme konusuna donersek maalesef Irlanda gibi Avrupa’nin birçok ulkesinde meyve sebze cok pahali, bir patlicani 1 euroya alirken ayni fiyata bir hamburger alabiliyorsunuz, hem daha ucuz ogun hem daha kolay edinmesi. Belki de anne babalari bu kadar suclamadan once, tuketilmesi faydali dedikleri yani sebze ve meyvelerin fiyatlarini yeniden gozden gecirmelerinde fayda var. Adimbasi karsiniza “Fast Food” dukkanlari cikiyor sehir merkezlerinde, en ucuz, doyurucu ve tabi ki en cok dolan yerler yine buralar. Turkiye’de bu kadar basarili oldugunu sanmazsam da biliyorum ki cok buyuk bi kesim yine dolduruyor “Fast Food” restaurantlarini, 2 haftada bir ya da en çok haftada bir yemenin cok sakincasi olmazsa gerek, tabi unutmamali ki bir ogun ile tum gunluk kalori ihtiyacinizi karsilamis oluyorsunuz, yani o gun biraz daha dikkat etmeli diger yediklerinize tabi eger kilo almak istemiyorsaniz.

“Fast Food”lara cocuklugumdan beri karsi olan bir insan olmama ragmen itiraf etmeliyim ki bazen alis veris yaparken birden burnuma gelen dayanilmaz patates kizartmasi kokusuna yenik dusuyorum. Tabi bunu elimden geldigince az tekrarlamaya calisiyorum. Mutfagi sebze agirlikli olan Turkiye’de bunu basarmak kesinlikle daha kolay, sebze meyve kilo ile aliniyor, tane ile degil, ulkenin kendi kendine yillar boyu yetebilecek uretimi var. Tabi olur da kazara Avrupa Birligi’ne girersek bakalim elimizde tutabilecek miyiz bu sahip olduklarimizi.

Kanserin almis basini gittigi dunyada, eger biraz daha uzun yasamak istiyorsak; herseyden biraz denemekte, hicbirseyi abartmadan tuketmekte, Fast Food’tan, sigaradan kacinmakta, bol bol egzersiz yapmakta fayda var …